Sonu gelmeyecekmiş gibi görünen mutsuzluğun kökünü kurutmak için; sanat, sinema ve edebiyat dünyasındaki içerikler sayfanın potasında damıtılmaktadır.
Çalıkuşu Neden Klasiktir (Reşat Nuri Güntekin)
Çalıkuşu Neden Klasiktir (Reşat Nuri Güntekin)

Çalıkuşu Neden Klasiktir (Reşat Nuri Güntekin)

Subay romanı olarak bilinen Türk Edebiyatı’nın her döneminde popüler olmayı başarmış bu kitabımızı okurken, küçük, yaramaz bir kız çocuğunun elinden tutup büyüdüğüne tanık oluyorsunuz. Subay romanı denmesinin sebebi, Atatürk’ün en sevdiği, başucundan eksik etmediği bu kitabın harp okullarındaki askeri öğrencilerin de ellerinden düşürmüyor oluşundan kaynaklanıyor. Baş kahramanımız Feride bu büyüme aşamasında bir miktar mutsuzlaşıyor. Yine de o çocukluğunda ağaçların tepesinden inmeyen, kolu bacağı yaradan bereden kurtulamayan, ele avuca sığmayan karakter, içindeki o yaşam enerjisini ve heyecanını hiçbir zaman kaybetmiyor. Beni düşündüren noktalardan birisi, erkek olan yazar Reşat Nuri Gültekin’in bir kadının iç dünyasını bu kadar ayrıntılı ve içten aktarabilmesi. Feride isminin kelime anlamı da özgür ve kendi kararları ile hareket eden manasını taşıyormuş. Kitaptaki karakterimizle birebir uyumlu. Zaten bu kitap daha yazılmadan evvel sanırım bir tiyatro oyunu olarak oynanmış. Oyundaki baş karakterin ismi de Feride imiş. Her neyse. Gelin biraz karakterimizin öyküsünden bahsedelim. Feride daha küçük bir kızken ailesini kaybeder. Zengin bir ailenin çocuğudur. Ailesi, akrabaları İstanbul’da, yalılarda köşklerde falan yaşar. Zaten Cumhuriyet dönemi edebiyatçıları genelde yalı hayatını anlatır. Çünkü çoğunluğu varlıklı ailelerin çocuğudur. Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay vs bu liste uzar. O yüzden ben ciğerinden Adana/Toroslar’ın tezeğinin kokusu çıkmayan Yaşar Kemal’i kendime daha yakın hissederim. Yok edebiyat açısından değerlendirmiyorum. Duygusal bir yaklaşım bu tamamen. Neyse bu bahse sırtımızı koltuklarımıza yaslayıp loş bir ortamda slov müzik eşliğinde bardaklarımızdaki içeceklerimizi yudumlarken devam ederiz. Feride’ye dönelim. Ailesini kaybettiğinde halasının yalısında falan yaşamaya başlar. Ele avuca sığmayan bir çocuktur. Kız olmasına rağmen erkek çocuklarından daha yaman, daha yaramazdır. Ancak yaramazlıkları hep sempati toplar. Yine akraba çocuklarından birisi olan Kamran ile nişanlanır.

Ancak Kamran bir Fransa seyehatinde, “Sarı Çiçeğim” diyerek bahsettiği başka bir kadınla, karakterimizi aldatır. Bu olayı düğün gününden bir gün önce öğrenir Feride. Bir kadının yalıya getirdiği mektubun üzerinde başka bir kadına, Kamran’ın el yazısı ile yazılmış bir mektup vardır. Zaten Feride de bir Fransız mektebinde tahsil gördüğünden Fransızcası çok iyidir. O dönemlerde Fransızca dünya dilidir. Bugünün İngilizcesi ne ise o dönem dünyada da Fransızca odur. Hatta askeri okullarda, Galatasaray Üniversitesinde falan eğitim dili Fransızcadır. Yine detaya girdik, Feride’ye dönüyoruz; mektubu okuduğunda büyük bir üzüntü içinde yalıdan kaçarak, Fransız mektebinden aldığı diploması ile Maarif Teşkilatına başvurur. Muallimlik talep eder. Talebi kabul edilir. Görev yerinin İstanbul içinde değil Anadolu’da olmasını özellikle ister. Çünkü tüm akrabalarından ve tanıdıklarından kaçıp kurtulmak, bir daha kimseyle görüşmemek, bilinmezlikte kaybolarak, “kızlarım” diye hitap ettiği küçücük öğrencileri ile Red Kit hesabı yabancı diyarlarda batan güneşin kızıllığına doğru yola çıkmak ister. Buradan sonrası Feride’nin köy köy, vilayet vilayet Anadolu’yu, köyleri dolaşarak tayini çıktığı yerdeki muallimliğine dair anılarıdır.

Bu kitap nasıl kurgu olabiliyor anlamıyorum. Okuduktan sonra Feride isimli birisinin hiçbir zaman yaşamadığına kendimi inandırmam mümkün değil. Bir kadın olsam ismimin kesinlikle Feride olmasını isterdim ancak tamamen, manası açısından . Özgür ve kendi kararları doğrultusunda hareket etme gücünü kendinde bulmak büyük bir lüks. Herkeste yok. Şimdi birkaç alıntı yaparak yazıyı sonlandırıyoruz.

Son olarak, ben bu kitabı beş altı ay önce okudum. Köyümüzde kısa bir süre sonra askere gideceğini bildiğim bir delikanlı, oturduğumuz eve misafir olmuştu. Ben mutfağa çıktığımda, masanın üzerindeki Çalıkuşu’nu oturmuş okurken bulunca, kıyamadım, hediye ettim. Askerde okursun dedim. Bizim oralarda okuyan insana rastlamak zordur. İnsanların çok işi olur, her gün saatlerce kahvelerde okey oynayıp akşamları Survivor/Yeteneksizsiniz falan izlemeli, kadınlar ev ziyaretlerinde konunun komşunun dedikodusu yapılmalı. Bunlar epey önemli uğraşlar. Velhasıl, altını çizdiğim yerleri burada paylaşmam mümkün değildi. Kitaba dair alıntıları başka kaynaklardan aldım. Ancak sürekli dramatik ve buruk yerler alıntılanmış. Anlam veremiyorum, insanların sürekli acı dolu şeylere odaklanırken güzel ve manalı şeyleri es geçmelerine hayret ediyorum.

Alıntılar; “”Halbuki gönlüm baştan başa, sevdiklerimin ölüleriyle dolu. “
“Her şey bitti. Artık, bundan sonra kimse benim onu için için sevdiğimi söylemeye cesaret edemeyecek.”
“Kızlarım, ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin son bir ilacı vardır: Tahammül ve tevekkül. Elemlerde bir gizli şevkat var gibidir. Şikayet etmeyenlere, kendilerini güler yüzle karşılayanlara karşı daha az zalim olurlar.”
“Bu bir sene içinde, birkaç defa, kendimi zapt edemedim, ağladım. Fakat bunların hiçbirisinde bu gece göz kapaklarımın içini yakan yaşlardaki acılık yoktu. O vakit, sadece gözlerim ağlamıştı. Bu gece gönlüm ağlıyor.”
“Derdimiz eksik gibi niçin başımıza yeni bir sevda satın almalı?”
“Yanılmışım.. Biz iki biçare insanız, iki derdi birleştirirsek, belki mesut oluruz diyordum, yanılmışım…”
“Fakat insanlar, sahi, insafsız mahlûklar…”
“Evet, niçin yalan söyleyeyim? Bütün nefretlerime, isyanlarıma, bütün o geçmiş şeylere rağmen, ben yine bir parça senindim…”
“Ahh Feride ben senim… “Ne söylesem, ne yapsam kendime… Sana ait bir şey gözüyle bakmaktan kurtulamıyordum….”
“Bir daha yüz yüze gelmeyeceğimizi, bu dünyanın gözleriyle birbirimize bakmayacağımızı, birbirimizin sesini işitmeyeceğimizi biliyordum…”
“Hayatın, bir felaketten sonra daima bir saadet verdiğini, o güzel darbımeselin söylediği gibi, ayın on beşi karanlıksa, on beşinin mutlaka aydınlık olacağını bilmiyor değildim.

“Sevecek bir hakiki insan bulanlara şaşmak lazım… Çünkü onun bir hayalini bile bulmak o kadar güç, o kadar güç ki…”
“Yara sıcakken acımaz.”
“Sevda, çocuk gözlerinden uyku gibi akar…”
“Ah, zavallı küçük, sen onun için senelerden beri çıra gibi cayır cayır yanıyorsun. O hayvan, seninle beraber kendine de yazık etmiş. Bu aşkı o, başkasında zor bulur…”
“Üzülme Çalıkuşu, hiçbir şey kazanamadınsa, geçinmenin, yaşamanın ve tahammül etmenin ne olduğunu da mı öğrenmedin? Bu az kazanç mı?”
“Ruh güzelliği yanında yüz güzelliğinin ne ehemmiyeti olur?”
“Ne arsız gönlüm var benim? Etrafımdaki insanları ne kadar çabuk seviyorum.”
“Sen doğduğun, büyüdüğün yerlerden ayrılırken gözlerinde bir anne bakışının hatırasını, dudaklarında anne yaşlarının acı lezzetini götürecektin.”


“Dudakların yalan söylemeyi öğrenmiş ama gözlerin, halin daha pek toy.”
“Kızlarım, ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin tek son bir ilacı vardır : Tahammül ve tevekkül.”
“Çalışmak, bütün ruhuyla, kendini başkalarına vermek ne güzel şey!”
“Ben başkaları gibi değilim. Çok sevindiğim, mesut olduğum vakit duygularımı sözlerle anlatamam. Mutlaka karşımdakinin boynuna sarılmak, onu öpmek ve hırpalamak isterim.”
“Çok güzel bulduğumuz için hiçbir zaman elimize geçmeyecek sandığımız şeylere karşı duyulan o ümitsiz ümit.”
Akrabalarımla bir türlü geçinemezdim. (Ben de Feride, ben de ) Buraya kadar okuyarak yolculuğumu anlamlı hale getiren bütün dostlarıma ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Esen kalın.

sanatekspres@sanatekspres “Sevecek bir hakiki insan bulanlara şaşmak lazım… Çünkü onun bir hayalini bile bulmak o kadar güç, o kadar güç ki…”
“Yara sıcakken acımaz.”
“Sevda, çocuk gözlerinden uyku gibi akar…”
“Ah, zavallı küçük, sen onun için senelerden beri çıra gibi cayır cayır yanıyorsun. O hayvan, seninle beraber kendine de yazık etmiş. Bu aşkı o, başkasında zor bulur…”
“Üzülme Çalıkuşu, hiçbir şey kazanamadınsa, geçinmenin, yaşamanın ve tahammül etmenin ne olduğunu da mı öğrenmedin? Bu az kazanç mı?”
“Ruh güzelliği yanında yüz güzelliğinin ne ehemmiyeti olur?”
“Ne arsız gönlüm var benim? Etrafımdaki insanları ne kadar çabuk seviyorum.”
“Sen doğduğun, büyüdüğün yerlerden ayrılırken gözlerinde bir anne bakışının hatırasını, dudaklarında anne yaşlarının acı lezzetini götürecektin.”
“Dudakların yalan söylemeyi öğrenmiş ama gözlerin, halin daha pek toy.”
“Kızlarım, ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin tek son bir ilacı vardır : Tahammül ve tevekkül.”
“Çalışmak, bütün ruhuyla, kendini başkalarına vermek ne güzel şey!”
“Ben başkaları gibi değilim. Çok sevindiğim, mesut olduğum vakit duygularımı sözlerle anlatamam. Mutlaka karşımdakinin boynuna sarılmak, onu öpmek ve hırpalamak isterim.”
“Çok güzel bulduğumuz için hiçbir zaman elimize geçmeyecek sandığımız şeylere karşı duyulan o ümitsiz ümit.”
Akrabalarımla bir türlü geçinemezdim. (Ben de Feride, ben de 😊 ) Esen kalın dostlar. Buraya kadar okuyarak yolculuğumu anlamlı hale getiren bütün dostlarıma ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Esen kalın 😊

sanatekspres@sanatekspres Alıntılar; “”Halbuki gönlüm baştan başa, sevdiklerimin ölüleriyle dolu. “
“Her şey bitti. Artık, bundan sonra kimse benim onu için için sevdiğimi söylemeye cesaret edemeyecek.”
“Kızlarım, ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin son bir ilacı vardır: Tahammül ve tevekkül. Elemlerde bir gizli şevkat var gibidir. Şikayet etmeyenlere, kendilerini güler yüzle karşılayanlara karşı daha az zalim olurlar.”
“Bu bir sene içinde, birkaç defa, kendimi zapt edemedim, ağladım. Fakat bunların hiçbirisinde bu gece göz kapaklarımın içini yakan yaşlardaki acılık yoktu. O vakit, sadece gözlerim ağlamıştı. Bu gece gönlüm ağlıyor.”
“Derdimiz eksik gibi niçin başımıza yeni bir sevda satın almalı?”
“Yanılmışım.. Biz iki biçare insanız, iki derdi birleştirirsek, belki mesut oluruz diyordum, yanılmışım…”
“Fakat insanlar, sahi, insafsız mahlûklar…”
“Evet, niçin yalan söyleyeyim? Bütün nefretlerime, isyanlarıma, bütün o geçmiş şeylere rağmen, ben yine bir parça senindim…”
“Ahh Feride ben senim… “Ne söylesem, ne yapsam kendime… Sana ait bir şey gözüyle bakmaktan kurtulamıyordum….”
“Bir daha yüz yüze gelmeyeceğimizi, bu dünyanın gözleriyle birbirimize bakmayacağımızı, birbirimizin sesini işitmeyeceğimizi biliyordum…”
“Hayatın, bir felaketten sonra daima bir saadet verdiğini, o güzel darbımeselin söylediği gibi, ayın on beşi karanlıksa, on beşinin mutlaka aydınlık olacağını bilmiyor değildim. (Darbimesel: Atasözü)”Yanıtla

sanatekspres@sanatekspres “Sevecek bir hakiki insan bulanlara şaşmak lazım… Çünkü onun bir hayalini bile bulmak o kadar güç, o kadar güç ki…”
“Yara sıcakken acımaz.”
“Sevda, çocuk gözlerinden uyku gibi akar…”
“Ah, zavallı küçük, sen onun için senelerden beri çıra gibi cayır cayır yanıyorsun. O hayvan, seninle beraber kendine de yazık etmiş. Bu aşkı o, başkasında zor bulur…”
“Üzülme Çalıkuşu, hiçbir şey kazanamadınsa, geçinmenin, yaşamanın ve tahammül etmenin ne olduğunu da mı öğrenmedin? Bu az kazanç mı?”
“Ruh güzelliği yanında yüz güzelliğinin ne ehemmiyeti olur?”
“Ne arsız gönlüm var benim? Etrafımdaki insanları ne kadar çabuk seviyorum.”
“Sen doğduğun, büyüdüğün yerlerden ayrılırken gözlerinde bir anne bakışının hatırasını, dudaklarında anne yaşlarının acı lezzetini götürecektin.”
“Dudakların yalan söylemeyi öğrenmiş ama gözlerin, halin daha pek toy.”
“Kızlarım, ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin tek son bir ilacı vardır : Tahammül ve tevekkül.”
“Çalışmak, bütün ruhuyla, kendini başkalarına vermek ne güzel şey!”
“Ben başkaları gibi değilim. Çok sevindiğim, mesut olduğum vakit duygularımı sözlerle anlatamam. Mutlaka karşımdakinin boynuna sarılmak, onu öpmek ve hırpalamak isterim.”
“Çok güzel bulduğumuz için hiçbir zaman elimize geçmeyecek sandığımız şeylere karşı duyulan o ümitsiz ümit.”
Akrabalarımla bir türlü geçinemezdim. (Ben de Feride, ben de 😊 ) Esen kalın dostlar. Buraya kadar okuyarak yolculuğumu anlamlı hale getiren bütün dostlarıma ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Esen kalın 😊